top of page

Devamı Hayat için... 

Cumhuriyet Dergi / Erdem Öztop


– Sevgili Hasan Öztoprak, ilk romanınız 'İmkânsız Aşk' sonrasında uzun süre gündemdeydiniz. Ardından geçen süreyi, Devamı Hayat'a kadarki süreci anlatmanızı istiyorum ilk olarak...

İmkânsız Aşk yayımlanmadan önce Devamı Hayat'ı yazmaya başlamıştım. İmkânsız Aşk'ın yayımlanması ve sonrasındaki malum olaylar yazmamı kesintiye uğrattı. Romanımın ve adımın, iyi / kötü, o sıklıkta ortada dolaşması beni oldukça rahatsız etmişti. Ama özellikle okurdan aldığım olumlu tepki Devamı Hayat'a geri dönmemi sağladı. Adımın ve İmkânsız Aşk'ın üzerinde spekülasyon yapanlara yanıt vermem, beni yazılarıyla destekleyen insanlara borcumu yerine getirmem için bu önemliydi. İki yıl gibi bir süre içinde Devamı Hayat'ı bitirdim. Bu arada hep olduğu gibi hayat devam etti. İki yol var Ya ayakta kalmak için direnirsiniz ya da vazgeçersiniz; ikisi de onurludur...

ROMANA GEÇİŞ

– Sizi İmkânsız Aşk öncesinde şair olarak tanıyorduk. Şu sıralar nasıl aranız şiirle? Romana geçişte bir kopuş yaşadınız mı şiirle aranızda?

Ben şiirle düz yazının, hadi söyleyeyim edebiyatın aynı damardan akmadığını düşünenlerdenim. Aradaki en temel fark şu Şiir için sözcük yalnızca bir araçtır, şairin haleti ruhiyesini dışa vurmak için bir araç, tıpkı konuşurken yaptığımız gibi, bir tür iletişimsel araç... Edebiyat için ise araç gibi görünse de aslında amaçtır. Eleştiri dünyası, haklı olarak bir romanda neyi anlattığından daha çok nasıl anlattığına bakar. Neyi anlatırsan anlat etkili olabilmesi için iyi anlatman gerekir. Sözcük seçimin, sözcükleri hangi sıklıkta kullandığın, cümleleri doğru kurup kurmadığın vb. ne anlattığından daha önemlidir. Şimdi soruna gelirsek; roman yazmayı seviyorum, anlatmak istediğim çok şey var, becerip beceremediğime de okur karar verecek... ama ben kendimi daha çok şair hissediyorum. Evet, bu aralar beni dergilerde pek sık görmüyorsunuz. Ancak bu şiir yazmıyorum anlamına gelmez. Zaten ben eskiden de çok az şiir yazardım, şimdi biraz daha az yazıyorum, ama yazmaya devam ediyorum. Yeri gelmişken, şiirlerimi okumak isteyenler için yalnızca Erzincan'da yayımlanan La Poet Travielle'de şiir yayımladığımı söyleyeyim.

– Romanınız 12 Eylül döneminde geçiyor. Dönem romanı diyebilir miyiz o halde?

Devamı Hayat bir yanıyla dönem romanı sayılabilir, ama ortaya koyduğu insanlık halleri bence her açıdan evrenseldir. Geçmişte, bugün ve gelecekte iktidarlar var olduğu sürece Devamı Hayat'ın kahramanları gibi iktidarlara karşı baş kaldıran insanlar olacaktır. Tabular ortadan kaldırılmadan, her birey özgür ve özgün iradesiyle hareket edene ve hayatımızı eskisi gibi doğal haliyle sürdürmeye başlayana kadar Kemal'ler Esra'lar var olacak. Kaldı ki her roman bir yanıyla dönemini yansıtır, bazen yalnızca üslubuyla... Bu yüzden dönem romanı gibi nitelemeler sınır getirir, ve ben romanımın böyle anılmasını istemem.

– Peki son dönemde ağırlıklı olarak bu konunun romanlarda işlenmesini nasıl buluyorsunuz?

12 Eylül'ü yeniden konuşmaya gerek yok. O, kısaca söylersek bir yıkımdı. Tıpkı depremin Kocaeli'ni, Sakarya'yı adeta haritadan sildiği gibi bütün bir ülkenin mutluluk özlemini ve özgürlük hayallerini yok etti. Ve tıpkı depremin enkazının hâlâ ruhlarımızdan kaldırılamadığı gibi 12 Eylül'ün enkazı da ülkenin ruhunda duruyor. Demek ki artık enkazdan kurtulma zamanı. Enkaz temizleniyor. Sadece sanat dünyasında değil birçok alanda 12 Eylül yargılanıyor. Temennimiz bunun hukuksal alana da yansıması.
Bir başka açıdan 12 Eylül romancı için bitmek tükenmek bilmez bir malzeme sunuyor, daha çok uzun yıllar yazılacak sanırım.

– Kitabın sonunda 12 Eylül'ü illegal yaşamın olduğu açık hapishane olarak tanımlıyorsunuz...

12 Eylül yalnızca devrimciler için değil, bütün yurttaşlar için, dışarıda, görünmez duvarlarla çevrilmiş bir hapishane kurmuştu. Yalnızca devrimciler değil bütün yurttaşlar her an gerekçesiz gözaltına alınabilir, gözaltında kaybedilebilir, yolda kurşunlanabilirdi. Hakkını istemenin, eleştirmenin, karşı çıkmanın, fikrini söylemenin yasak olduğu bir ülke hapishane değilse başka nedir ki? Bu gerçek ortada ve bunu ilk kez ben söylemiyorum. Ama benim, Devamı Hayat'ta söylediğim başka bir şey daha var İllegal, ademi merkeziyetçi bir örgüt üyesiysen hapishane daha da daralıyor.

– Yılmaz Karakoyunlu, 23. TÜYAP Kitap Fuarı çerçevesinde gerçekleştirilen 'Tarihi Romanlaştırmak' adlı paneldeki konuşmasında şöyle bir saptamada bulundu "12 Eylül'de insanlar yoğun olarak sendikal hareketi desteklediler ama eminim ki, destekleyen çoğu insan Marx'ı okumamıştı."

Yılmaz Karakoyunlu gerçekten böyle bir laf ettiyse cahillik etmiş derim. Sendikal hareketle Marx'ı okumanın hiçbir ilgisi yok. Sendikalar burda ve dünyanın her yerinde emekçilerin haklarını savunan ve bunun için mücadele eden örgütlerdir. Olmaları gerektiği kadar politiktir ve ideolojik ayrım yapamazlar. Bu yüzden Marx'ı okumadan da sendikal hareketi destekleyebilirsiniz.

– Kahramanınız Kemal, parti mensubu bir kimlik. Varını yoğunu parti faaliyetlerine harcıyor. O kadar ki, hayata karşı Kemal'in izole hale geldiğini ya da buna zorlandığından söz edebilir miyiz?

Önce şunu vurgulamak gerekir Devamı Hayat'ın kahramanları darbe koşullarında ve inandıkları şey için mücadele ediyorlar. Kemal de mücadelesine devam edebilmek için böyle bir hayat sürdürmesi gerektiğine inanmış. Elbette parti de böyle bir hayatı empoze etmiş. Dahası bunu yapmadığında örgüt dışında kalabileceğini biliyorsun. İnançlı bir parti üyesi için bu ölümden daha zor. Ama ne yazık ki böyle bir yaşam insan doğasına aykırı.

– O dönemde siz de kahramanınız Kemal gibi aynı yaşları sürüyordunuz. Aktif miydiniz siz de siyasetle?

Evet, 1974-1990 arası politikanın aktif olarak içindeydim. Eski TKP'nin önce gençlik örgütünde sonra da çeşitli parti örgütlerinde çalıştım. Henüz on altı - on yedi yaşlarında bir delikanlıyken dünyayı değiştirmek için yola çıkmıştık. Bu cüretimizi hâlâ, şaşkınlıkla, ama sempatiyle anıyorum.

– Konudan sapacak olsak da bir dipnotu paylaşmak isterim. Kitap içinde 80 döneminde gözaltı süresinin 90 güne kadar çıktığına tanık oluyoruz. Uyum yasalarına göre bunun dönemimizde 24 saat olduğunu bilmek oldukça şaşırtıcı doğrusu!.

Başka bir şey daha söyleyeyim; bu doksan günün neredeyse tamamını işkencede geçiren onlarca insan tanıdım ben. Tabii bu süre sonunda mahkemeye çıkma şansı bulamayanları ayrıca anmak gerekir.

– Romanda yasak aşklara da rastlıyoruz. Evli bir çift olan Kemal'le Serap zaman içerisinde birbirlerinden habersiz başka aşklara yelken açıyorlar... Bu tür konular üzerinde iki romanınız üzerinde durduğunuza göre söylemek istedikleriniz olacaktır...

İnsanın doğası dışındaki her şey en uç yerinden patlak verir. Kemal'le Serap örgüt içi bir evlilik yapmışlar, tıpkı akraba evliliği gibi, zorla evlendirilmemişler ama böyle olması gerektiğine inanmışlar. Zaten onlar için evlilik falan devrime hizmet etmeli. Aşk gibi şeyler de devrimden sonraya saklanmalı. Zaten parti aşkı bütün aşkların üstünde değil mi!? Hayatın kendisi ise başka bir şey söylüyor...
İşin başka bir yanı var. Günümüzde aşk mutsuzluktan başka bir şey getirmiyor. Neden? Çünkü doğallığından koparıldı, "kültür", aşkı dönüştürerek kendi içine aldı. Şimdi aşktan değil "kültür" aşkından söz edebiliriz yalnızca, "kültür" mantarı gibi. Bu durumdan kurtulmak zor, çünkü "kültür aşkı"nı biz de içselleştirdik.

– Kemal zorunlu olarak gözden kaybolduğu dönemde Nurettin-Esra çiftinin evinde kalıyor. Bir dönem yakınlaşıp uzaklaştığı Esra'yla doğal olarak yeniden bir yakınlaşma oluyor. Ama gelin görün ki, şartlar aşkı özgürce yaşamaya engel oluyor...

Bir yanda kıstırılmış hayatlar, bastırılmış duygular, gençlik, aşk ve cinsellik isteği... ne derseniz deyin, diğer yanda uğruna ölümü göze aldığınız örgüt, idealler... Kemal ve Esra'nın yerinde olmak gerçekten zor.

– Bunun sonucu psikolojik bir bunalım geçiriyor Kemal kaçınılmaz olarak. Ama bunu sırf aşka bağlamamak gerekiyor, değil mi? Bir birikimin olağan dışavurumu...

Bunlar romanda var... Kemal çepeçevre kuşatılmış. Bir yanda devletin baskısı, diğer tarafta illegal yaşamın zorlukları. Her yönden kıstırılmış; nefes alamıyor, konuşacak kimsesi yok, duygularını dışa vuramıyor; ideolojik manipülasyon altında, örgüt hiyerarşisini aşması mümkün değil; diğer yandan inançlı bir komünist o, direktiflere uymalı, zorluklara "gelecek güzel günler" için katlanmalı. Aşk, o farkına varmasa da, bütün bu sorunların örselediği ruhsal yapısını kanatıyor.

– Esra'nın sonunu gizleyelim mi? Bence tahmin etmek o kadar da zor değil. Terk ediliş sonrası intihar girişimi ve amaca ulaşım! Tam bu noktada aklıma Türk filmi sahneleri geliyor 80-90 yılları arası. Uyarlamalı mıyız?

Esra ise Kemal'e göre daha az örselenmiş. Belki kadın olmak - ki kadınsan örgütteki yerin de tıpkı gerçek hayattaki gibidir - onu kurtarmıştır. Bir başka yorumla, Kemal'den daha az inançlı olduğunu söyleyenler de olacaktır. Bana göre ise aşkını açıklayabilecek ve savunabilecek yüreklilikte bir kadın o. Âşık olduğu adamla yaşayamamaktansa ölmeyi tercih etmesi de bence bunun kanıtı.

– Kemal daha sonraları itirafta bulunuyor geçmişine dair "Aldattılar bizi. Koca bir karanlığın içinde küçük bir aydınlığa mahkûm ettiler. Gözlerimizi küçük, minnacık bir aydınlıkla boyadılar." Fanatik bir militan için cesur itiraflar bunlar. Katılır mısınız benim ve Kemal'in düşüncelerine?

Gözleriniz karanlığa alışırsa yönünüzü daha net görürsünüz. Ne yazık ki bir mum ışığı karanlığı aydınlatmaya yetmiyor. Ben, iyimserliğin yumuşak maskesini takıp dolaşmaktansa kötümserliğin sert ama gerçek yüzüyle dolaşmaktan yanayım. Gelecek için umut dolu konuşmaların boş olduğunu pratik kanıtladı bize. Yapılması gereken neyse hemen yapılmalı. Gözlerimizi mum ışığı ile boyamak yerine önce ellerimizdeki mumları söndürmeli, gözlerimizi karanlığa alıştırmalıyız. İşte söylemek istediğim kısaca bu, sen buna itiraf mı diyorsun bilemem...

– Bir de Kemal'deki şizofrenik belirtilerden sonra, ya da bilinçaltında yer edinen Gorbaçov hayranlığı söz konusu... Bunun için ne dersiniz?

Bunu romanın içinde değerlendirmek gerekir. İşte Kemal, amiyane deyimi ile kafayı yemiş ve Gorbaçov'a kafayı takmış. Bunu hayranlıktan ziyade simgesel bir şey gibi okumak lazım.

– Son soru 'Onun (Kemal'in) hiçbir tarih kitabı içinde yazılmayacak olan kişisel tarihi, hakiki bir insanın şerefli mücadelesi'ni mi yazdınız siz?

Bunu romanda söylüyorum. Burada ise ancak şunu söyleyebilirim: ‘edebiyat eserleri bazen her türlü resmi tarihin yazmadıklarına işaret eder...’

  • w-facebook
  • Google+ App Icon
  • LinkedIn App Icon
  • Twitter Clean
  • w-youtube
bottom of page