
HASAN ÖZTOPRAK



GİRİŞ
İstanbul’un yerleşim tarihinin ne kadar eskiye gittiğine ilişkin çeşitli görüşler ileri sürülmektedir. Bazı tarihçiler tarihi yarımadaya 20 km uzaklıktaki Yarımburgaz Mağarası’ndaki buluntulardan yola çıkarak ilk yerleşimin Paleolitik Çağ’da olduğunu söylüyorlar. Bu da en iyimser ifadeyle günümüzden on bin yıl öncesine kadar uzanıyor demektir. Fikirtepe ve Pendik’te Kalkolitik Çağ’a ait buluntular, buralardaki yerleşimin günümüzden sekiz bin yıl öncesine ait olduğunu ortaya koyuyor. Yakın zamanda Marmaray kazıları sırasında Yenikapı’da elde edilen buluntular ve mezarlar ise tarihi yarımadada sekiz bin beş yüz yıl önceki yerleşim izlerini gösterdi. (Son zamanlarda Yenikapı’dan sonra Pendik’te de 8 bin 500 yıllık neolitik insanın izleri bulunduğunu belirtelim.) Uzmanlar bu buluntuların İstanbul’un yerleşim tarihini kökten değiştirecek kadar önemli olduğu görüşünde. (Bazı görüşlerse Yenikapı’daki buluntuların Yarımburgaz Mağarası’ndakilerle benzeştiği, bu durumda buranın konumu da hesaba katıldığında İstanbul’daki ilk yerleşimlerin bu bölgelerde olabileceği yönünde.)
İstanbul’un sınırları içindeki, hakkında en fazla bilgiye sahip olduğumuz ilk yerleşim ise MÖ 7. yüzyıla dayanıyor. İşgale uğradıkları Dorların talan ve zulmünden, günümüzdeki Yunanistan topraklarından kaçan Megaralılar bugünkü Kadıköy’ün Moda burnuna yerleştiler ve MÖ 680 yılında burada Khalkedon adıyla bir kent kurdular.
MÖ 660 yıllarında, Herodotos’a göre Khalkedon’dan on yedi yıl sonra, mitolojiye göre Zeus ile İo’nun kızı Keroessa’nın Poseidon’dan olma oğlu denizci Bizas önderliğinde bir grup Megaralı, Khalkedon’un karşı kıyılarına geçti ve Sarayburnu çevresine yerleşti. Megaralılar kurdukları bu kente, önderlerine izafeten Bizantion adını verdiler. Tarih kitapları ise yöreye ilk yerleşenlerin MÖ 657’de Atina yakınındaki Argos ve Megara’dan gelen serüven peşindeki Helen tüccarlar olduğunu yazıyor. Herodotos’un Khalkedon ve Bizantion hakkında anlattığı hikâye ilginçtir: Megabazos adlı İranlı bir komutan Bizans’ta bulunduğu sırada, Khalkedonluların kentlerini Bizans’tan on yedi yıl önce kurduklarını öğrenmiş ve Khalkedonluların kör olması gerektiğini söylemiş, zira kör olmasalarmış karşılarındaki bu mükemmel yer yerine, oraya şehirlerini kurmazlarmış. Khalkedon’un adının da bu efsaneye dayandığı söylenir: Körler Ülkesi.
İki yüz yıl içinde bir ticaret şehri olarak hızla büyüyen Bizantion, aynı zamanda bölge ticaretinin de önemli bir kavşak noktası oldu ve ünü aynı hızla yayıldı. Bu ün, Bizantion’un kurulduğu tarihten Bizans İmparatorluğu’nun merkezi olana dek birçok kavmin ve devletin saldırısına uğramasına yol açtı, birçok kez yağmalandı ve istila edildi. Bir dönem Atina Birliği’ne bağlanan, bir dönem Spartalılar tarafına geçen Bizantionlular, MÖ 129’da Roma İmparatorluğu’nun himayesine girdi. MS 73 yılında ise Vespasian tarafından tamamen Roma İmparatorluğu’na katıldı ve Bitinya eyaletinin içinde bir kent haline geldi. Bütün bu süreçte Bizantion özgür statüsü olan bir kent olmayı sürdürdü. Ancak 2. yüzyılın sonlarına doğru Roma’daki taht kavgaları sonucu özerkliğini tamamen kaybetti ve bir Roma kenti haline geldi. Roma’daki uzun yıllar süren iç karışıklıklar ve savaşlar sonucu Büyük Constantinus tek imparator kalınca, 328 (bazı kitaplarda 330) yılında kenti başkent ilan etti ve adını kente verdi. O tarihten sonra Byzantion, Konstantinapolis adıyla anılmaya başlandı ve Constantinus’un Hıristiyanlığı seçmesiyle de Hıristiyanlığın önemli bir merkezi oldu.
395 yılında Roma İmparatorluğu ikiye bölündü. Böylece Konstantinapolis (bundan sonra İstanbul olarak geçecek) sonradan Batılı tarihçilerin Bizans İmparatorluğu dediği, Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti oldu. Sadece bu tarihe kadar İstanbul’dan onlarca kavim gelip geçmişti.
Doğu Roma’nın bin yılı geçen egemenliği sürecinde Sesaniler, Avarlar, Araplar, Bulgarlar ve Ruslar tarafından birçok kez kuşatılan ve ele geçirilmeye çalışılan İstanbul[1] 1204 ila 1261 yılları arasındaki Latin egemenliği dışında - ki bu süreç İstanbul tarihinin en karanlık yıllarıdır - imparatorluğun merkezi olmayı sürdürdü. Bütün bu tarihler boyunca İstanbul, sadece siyaset değil, dünyanın önemli bir ticaret, kültür ve sanat merkezi oldu ve içinde onlarca farklı halkı barındırdı.
1299 yılında Osmanlı Beyliği kurulduğunda bunun Bizans için pek de tehlike arz edecek bir yanı yoktu; Anadolu’daki diğer Türk beyliklerinden her hangi biri... Ancak Osmanlı İmparatorluğu’nun kurucusu kabul edilen Osman Gazi, oğlu Orhan’ı, beyliğin disiplinsiz ordusunun başına geçirip ona iki önemli Hıristiyan kenti olan Bursa ve İznik’i alma görevi verince Bizans için de tehlike çanları çalmaya başlamış oldu. Orhan Gazi 1326 yılında Bursa’yı aldı ve burayı başkent ilan etti. 1337 yılında ise İzmit’e kadar gelerek İstanbul’un hemen yanı başında bir Osmanlı kenti oluşturdu. Daha sonra I. Murat ve I. Bayezit bir yandan Edirne’ye kadar bütün Trakya’yı, diğer taraftan da Fırat’a kadar neredeyse bütün Anadolu’yu Osmanlı topraklarına kattı.
Bu durumda Osmanlıların İstanbul’la ilgilenmemesi elbette düşünülemezdi. Daha I. Bayezit döneminde İstanbul kuşatılmış ve bu kuşatma yedi yıl sürmüştü. Türklerin İstanbul’a yerleşmesi de bu sırada oldu. Bayezit kuşatmayı kaldırmanın koşullarından biri olarak Sirkeci yakınlarında bir Türk Mahallesi kurulmasını istedi ve İstanbul’daki ilk Türk yerleşimi böylece başladı. II. Murat döneminde, 1422 yılında Osmanlı Ordusu bir kez daha İstanbul’u ele geçirmeye çalıştıysa da başarılı olamadı. Ancak 1448 yılında, II. Kosova’da Haçlıları mağlup ederek, ondan sonra tahta oturacak olan oğlu II. Mehmet’in önünü açtı. II. Mehmet tahta geçtikten iki yıl sonra 1453 yılında İstanbul’u alarak Bizans egemenliğine son verdi. İstanbul’u Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti yaptı ve Türkler İstanbul’a yerleşmeye başladı.
Fatih unvanı alan II. Mehmet o tarihe kadar Bizans’ta oturan halklara dokunmadı, onları Türkleştirmek ya da Müslümanlaştırmak şöyle dursun, özellikle dinsel ayrıcalıklar tanıdı. Cenevizlilerin imtiyazları korundu, Ermenilere, Süryanilere, Rumlara birer patrik, Yahudilere hahambaşı atadı. Osmanlı’dan sonra İstanbul hızla gelişti. Bir dinler, uluslar ve kültürler mozaiği olarak bugünlere kadar ulaştı. Bu süreçte onlarca halka yurt oldu.
İnalcık, fetihten önce İstanbul’un nüfusunun otuz - kırk bin dolaylarına düştüğünü söyler. 1477’de yapılan sayımlara göre İstanbul’da 9486 Müslüman, 3743 Rum, 1647 Yahudi, 434 Ermeni, 384 Karamanlı Rum, 332 Avrupalı, 267 diğer gayrimüslimler ve 31 Çingene hanesi bulunuyor. Bu da İnalcık’a göre seksen - yüz bin civarında bir nüfus ediyor. Yüz yıl sonra İstanbul nüfusunun dağılımıysa şöyleydi: 40 bin Hıristiyan, 4 bin Yahudi, 60 bin Türk evi yani toplam nüfus beş yüz bin civarı. Mantran’a göre bu durumda Müslüman olan halkların oranı % 57,7, Müslüman olmayan diğer halkların oranı ise % 42,3’tü. (% 32 Hıristiyanlar, % 10 Yahudiler) Mantran, 17. yüzyılda İstanbul ve kazalarındaki nüfusun yedi yüz bin ila sekiz yüz bin arasında olduğunu tahmin ettiğini yazıyor. 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın başlarında bir milyon civarında olan nüfusun,[2] 1927 yılında yapılan ilk sayımda altı yüz seksen bine gerilediği görülüyor. Sonraki yıllarda yeniden artışa geçen nüfus katlanarak yükselmiş ve 2000 yılı başlarında on milyon sınırına dayanmıştır.
Bugün on beş milyona yaklaşan (2010’da adrese dayalı nüfus kayıt sistemiyle elde edilen rakam 13.255.685’dir.) nüfusuyla kozmopolit bir dünya kenti olan İstanbul’da dünyanın dört bir tarafından onlarca farklı ulustan insan, barış içinde yaşıyor. Bizanslı tarihçi Prokopios’un ifade ettiği gibi, “Sudan bir çelenkle sarılıp sarmalanmış”[3] İstanbul, bütün görkemiyle ve gururla onları bağrına basıyor, De Amicis’in şu betimlemesini bugün de fazlasıyla hak ediyor: “Köprünün (Galata Köprüsü, HÖ) üzerinde yapılacak ilk gezintide, bütün bu teferruatı görmeye ne zaman yeter, ne de imkân vardır. Siz bir kolun üzerindeki nakışlara bakarken, rehberiniz bir Sırp’ın, bir Karadağlı’nın, bir Eflâklı’nın, bir Ukrayna Kazakı’nın, bir Don Kazakı’nın, bir Mısırlı’nın, bir Tunuslu’nun geçip gittiğini haber verir. Milletler ancak kaşla göz arasında
fark edilir.” De Amicis milletler mozaiğinin muhteşemliğini şu sözlerle aktarmaya devam ediyor: “Bilen bir göz bu ummanın içinde Karaman ve Anadolu, Kıbrıs ve Girit, Şam ve Kudüs kıyafetlerini, Dürzüyü, Kürdü, Marunî’yi, Hırvat’ı ve Nil’den Tuna’ya, Fırat’tan Adriyatik Denizi’ne kadar yayılan karmakarışık cemiyetlerin sayılamayacak kadar çok olan başka çeşitlerini birbirinden ayırabilir.”[4]
İstanbul’un etnik yapısı üzerine birçok çalışma yapılsa da bunların yeterli olduğu söylenemez. Yapılan çalışmaların daha çok araştırma şirketlerinin yaptığı ve genellemeler üzerinden gidildiği, ana dili ve demografik yapının sayısal verileri ile yetinildiği, buna karşın etnik grupların sosyolojik yapı ve analizine ilişkin az miktarda araştırma yapıldığı rahatlıkla söylenebilir.
Bu eksikliği kısmen gidermeye çalışan İstanbul’un 72 Milleti, yukarıda size kısaca özetlediğim on bin yılı aşan tarihi ile dünyanın en eski kent yerleşimlerinden biri olan İstanbul’da yaşamış, yaşayan, bir şekilde temas etmiş ulusları, halkları, kavimleri dinsel ve etnik grupları kısaca size tanıtmayı; onların kökenlerini, tarihlerini, yaşama biçimlerini, dinlerini, dillerini, kültürlerini kitabın boyutları ölçüsünde ele alırken yeni araştırmacılara da kapıyı aralamayı hedefliyor.
Şu unutulmamalıdır ki, “Hiçbir insan ve hiçbir etnik topluluk, yeryüzüne gökten indirilmedi ve ataları, nineleri olmaksızın, bir anda yaratılmadı. Tarihin her zaman noktasındaki her etnik topluluk, tarihin aydınlatılmadığı dönemlerden beri süregelmiş, insanlığın var oluşu boyunca süre gidecek bir etkileşim, değişim, oluşum sürecinin o zaman noktasındaki ürünü olarak kendini gösterdi.”[5]
[1] İstanbul kuşatmaları: Antik Yunanlılar ve Bulgarlar tarafından iki kez, Roma İmparatorları ve Osmanlılar tarafından üç kez, Araplar tarafından yedi kez, Latinler, Persler, Avarlar, Slavlar, tarafından bir kez. Tabii Peçenekler, Gotlar gibi kavimlerin yaptığı tahribatı da buna eklemek gerekir.
[2] 1885 yılında yapılan sayımda İstanbul nüfusunun milletlere göre dağılımı şöyleydi: Müslüman % 44.06, Ortodoks Rum % 17.48, Ermeni %17.12, Yahudi % 5.08, Katolik %1.17, Bulgar % 0.5, Latin %0.12, Protestan % 0.09, Yabancılar % 14.74 (Zeynep Çelik, Değişen İstanbul). 1911 yılında 11. baskısı yapılan Encyclopedia Britannica’nın İstanbul maddesine göre kent nüfusu 800 bin ila 1 milyon arasındadır. Nüfusu oluşturan topluluklar ve tahmini rakamlar ise şöyle sıralanıyor: Müslümanlar 348.910, Rumlar 152.741, Rum Katolikler 1.082, Ermeniler 149.590, Roma Katolikleri (yerli) 6.442, Protestanlar (yerli) 819, Bulgarlar 4.377, Yahudiler 44.361, Ecnebiler 129.243. (İstanbul 1920 adlı kitaptan)
[3] Freely, John. Saltanat Şehri İstanbul. Çev. Lale Eren. İstanbul: İletişim Yayınları, 1999. 21. (aktaran)
[4] De Amicis, Edmondo. İstanbul (1874). Çev. Beynun Akyavaş. Ankara: Türk Tarih Kurumu, 2006. 29.
[5] Umar, Bilge. Türkiye Halkının Ortaçağ Tarihi, İstanbul: İnkılâp Yay. 1998. 260
İstanbul'un 72 Milleti'nden





