top of page

O Hayalle Kal'dan

karşımda oturuyorsun gözlerinde bir mavi sıcaklık
üstümüzde akardeonlu kelebekler uçuşuyor
mevsimlerden kış ve sıcak yaşıyoruz bunun çelişkisini
koynuma giriyorsun ırmaklar dolaşıyor aramızda

bir aşk şiirine başlangıç olarak yazdım bunları
şimdi akıl almaz yolculuklara çıkacağım
kafam karışık ne mutlu böyle olsun istiyorum
hayat her gün yeni bir çerçeve ister biliyorsun
kenarlarda dolaşmak heyecanlıdır ama risklidir de
yirmi beşinci saatler şairlerin harcıdır
kurmamak hayatı ve çıkmak çerçeve ötesine

burada mola vermeliyim yorgunum biraz
açlığımı dindirmeliyim doğanın ağzıyla besleniyorum
ayaklarım ilkyaz kırlangıçları gibi dolaşıyor bedenimde
kalbimin şemalini veriyorum saklı kala sevgiliye

gerisi dar ve irinler fışkırmış gizemli bir yoldur
oldu olacak tabut sessizliği de var bilin
yanımda soytarı bir ağaçkakan bana eşlik ediyor
sonra kovuyor beni kendini komser sanıyor

ilerisi nedir ne değildir var mı bilen
ütopyaya sarıldım genişliyor yor yor
bu ilk kez oluyor ayaklarım yürüyor

şaşırıp da yolunu düşürme bize
kafa karıştırıcıyım ben oport moport
kendim olmayan bir gözlük takıyorum

-koro-
“ah ne yazık”
kendi olan bir kafa taşıyorum
-koro-
“ah ah çok yazık"

 

1990

 

 

 

 

Yüreğimdeki Portreler
1.

Yüzün ak bir kıvılcım
Hayatımızı simgeliyor
Gözlerindeki nem hiç mi yok olmaz
Ellerin kaynar sularda pişmiş
Ellerin ah
yaratılan her şeyde payı var


2.
Adın sitemleri çağrıştırıyor
Bir çoğalıp bir yok oluyor sende sevinç
Umduğun bu muydu genç kızlık düşlerinde
Bir elin yaşamda bir elin ölüm


3.
En çok uyuyuşunu sevmişimdir senin
-Hani o başını göğsümde unutan-

En çok susuşunu sevmişimdir senin
-Hani o hep yargılayan-

En çok sarılışını sevmişimdir senin
-Hani o yaraları saran-

En çok üşüyüşünü sevmişimdir senin
-Hani o çareyi bende bulan-


4.
Nedeni bilinen bir aydınlık: Yüzünde
haykıran sevgi ışıklarıdır.
Henüz son sözü söylenmemiş bir kavgada
bugün düşüyorsun mesela
yarın ayakta


5.
Sanışın
ırmaklarda kaybolan öbür yokuşları karşı dünya

Dolanışın
ayın ışıksız sularında anadan üryan kaygısızca

Kalışın
kendinden çok insanı olan bu kentte bir başına

Aldanışın
kara kaplı nostalyalarda yitirdiğini bulduğun anda

Budayışın
çürüyen etlerini hem de habersiz bir çırpıda

Hepsini bu kısa ömre sığdırışın sonra

 

1987-88

 

 

 

 

 

 

 

Ölünerek Yaşanır



kayıp bir sokakta buldum kendimi
yani yurdum kadar kelimesiz kaldım
tohumlar kadar çiçeksiz

yürünecek demektir derine
kayalar sağırdır onlar
yüksek oldukları kadar
böylece durulur zaman, kendi zamanı

kötü şiirler yazılabilir, hiç önemi yok bunun
kendini sürebilmektir tarlada
öküzün öldüğü yere
ve mırıldanmadan yaşayabilmektir aslolan

 

1990

 

Kendi olmayan bir gözlük

SANIRIM HİÇBİRİMİZİN FARK EDEMEDİĞİ BİR SARSINTI OLDU'dan

 

 
Semt şiirleri

 

                                                                             Babam için…

 

I.

Topaçlar çevirdim güneş dönüşlü, hayretim söndü
şiirler kazıdım derme çatma taraçalarında,
deva olmadı yine de yangın sofrasına dönen bedenine
Haliç, geri çek sularını, uykularıma sürme saçlarını.

 

Çakırkeyf uyanır Balat
kendi sabahında
ilk aşkıma tutsak olurken
ıslak öğütler sürerken üstüme
düşman oldum sana, üşüyorsam
sendendir ve kendine saklı birçok el: kaytan beyazı.

 

Şimdi hangi meydanına dikebilirsin Biracı Ali'nin cesedini

 hangi ahşaptan fırlayabilir balıkçı Niko'nun yüzü

serseri bir yürek taşıyorsam bugün
fırlatıyorsam onu kimsenin farkına varmadığı bir çöplüğe
Ali'nin ve Niko'nun gökyüzüne üfürdüğü dumanın
ruhumu azdıran etkisiyledir.

 

Fırlama oğlu İstanbul'un: Haliç, tasa etme
iki yakan bir araya gelmese de
karşı koyabilirsin dukasına gökdelenlerin
bıçkın bir delikanlısın sen
bir poyraz çıkmaya görsün
kaç çocuğun var kendin gibi
Balat! Kızılderili baltam benim
çağırsan gelirim yokuşlarını soluksuz yutmaya
sana talihsiz bir kader sunmaya.

 

Çamurdan bir kalp ve işte encam:
Âlem bitti. Tarih bitti.

 

II.


Ruhumdaki gökyüzü açığa çıktı.

Kana bulandı gözlerim, köşelerinde Zülüflü Sokağın
izmarit tarlasına dönerken kaldırım taşı
saçlarım bulutlara karıştı
kalbimi tortop yapıp yuvarlarken sevgiliye
cümlesiz mektuplar yazdırdın bana
puşt çömezlerine çiğnettin bedenimi.

 

Karşı koymayı öğretir her semt kendi çocuklarına
kendisine bile
bir yokuş tırmanır başka bir yokuşu
bir tuzak başka bir tuzağa gebe
kendi semti de tuzak kurar insana.

 

Draman, tombul memeli kadın şükran borçluyum sana.   

 

 

Şimdilik

 

İntihara merhaba. Un ufak edilmiş âşıklara. Ahşap masaların çekilmez bir konuk olduğu, kokusunu gizleyen odalara. İnsan bir masadan çıkar mutlaka; bağlıyım içinden çıktığım masala, üstümde gezinen cümbüşe, kamaşan gözlerimin yalnızlığına, o soytarıya, lânetli dualara. Anlıyorum mazimizi, anılarını senin, ruhuma yapışan acılarını… Ama çekiliyorum, tek bir canıma kıymadan, şimdilik.

 

 

 

 

 

 

 

 

 
 
 
 
 
 
 
 
Canlı cenaze

 

Ruhum, kendinden arınmış ruh!

Bir sona yaz beni, tarih! Uysal, yuvarlak tarih;

çıldırtan ellerimi ey vakit, ne idüğü belirsiz. Sahi

var mıydı, koşmaz, konuşmaz, yazmaz mıydı; gün be gün

yaşar mıydı? Oynatsa parmağını, göz kırpsa bugüne

uzasa yarası; sendin O: Benim kekliğim; şanlı avaze;

kanlı merasim; canlı cenaze. Tüketince

kendini, vururunca dışarıya bedenini,

ne ruh kalır geriye, ne de cenaze.

Vah! Cenazeler tarihi ölülerin.

 

 
Vahşidir manevi hayat

 

Korku verir insana, yalnızlaştırır, acı çektirir, vazgeçtirir kurmaktan, düşünmek ve konuşmaktır. Konuşmanın efendisi olmak, bedenini korumaktır ormanlardan. Bir ses olup ormanı dize getirir, durup olduğun yerde yalnızca düşünmek. Onun gücü aşar önündeki deryayı. Sözün gücü yapmak istediklerini yaptırır sana.

Konuşmak kıymetlidir, kemirtmektir ellerini.

Konuşmak kıymetlidir, çürütmektir gövdeni.

Kırklar Kitabından

Vay haline içinde vicdan taşıyanın

 

kutsal bir gecede doğdum herkes gibi

sonra karanlıktı dünya

 

saklı bir kıyametle doğdum demek ki

 

dışarıdan gelen sesleri duyamadım içimdeki gürültüden

 

yarama dokundum ama acı vermiyor bana

 

yıldızlar yanıp yanıp düştü geceme
düşsün! ben, ışığa doğru yolculuk yapamam zaten

 

bir şafak söker, belki de çaresizlikten
gidilmez yollara düşerim, taşınmaz dualarla
ağacın parçasıyım, esirim ve tek başınayım
(binlerceydik ama ne gam, sararmıştık)

 

çaresiz bir yol açıldı ama çaresiz

 

varamadı içimdeki karanlığa hiçbir ışık

 

belki bir çöl doğar bende de
doğsun! çöller vicdanıdır ya yeryüzünün
vay haline! içinde çöl yerine vicdan taşıyanın*

 

 

 

* "Vay haline! İçinde çöller taşıyanın" -Nietzsche

 

Hepimiz için cehennem

 

vakit yok her şeye yeniden başlamak için

 

heyecanı kalmadı nefes alıp vermenin bile

 

insan ruhunun, İsa'dan bu yana çarmıhtan kurtulamadığını,
bugün artık o çarmıhın hepimizin vicdanı olduğunu biliyorum

 

vicdansa, çaresiz bırakıldığımız bir akşamdır
sabahı olmayan bir akşam


birbirimizden başka, hatta kimsenin kendinden başka
çaresi kalmamışken
sıradan bir akşama mahkûm olduk

 

yürüyerek çıkıp gidebileceğimiz bir odada
görünmez kapılar tutuyor bizi

dokunmanın şefkati şehvete (şiddete) dönüştüğünde her şey                                                                                             bitmişti

 

şimdi bu şehvet hepimizin cehennemidir

 

iki bin yıldır bu cehennemde yaşıyoruz

 

başka bir cehennemin korkusuyla

 

her yeni günü ilk gün,
her yeni sevdayı ilk sevdamız sanarak

 

şükrederek yanıyoruz kızgın ateşlerde
ihtiraslarımız ve korkularımızla
acı duymayı bekleyerek

 

ne mümkün İsa'dan sonra acı duymak

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Seniseviyorum

 

 

Bunu mu istiyordun

Bir şiir

Seni sevdiğimi haykıran dizeler mi?

Yazıyorum işte havaya, ateşe, suya

Tükenene kadar

Tırnaklarımla

 

seniseviyorum

 

Toprağa sıkıştırılmış gövdemi

Suya sürüyorum

Karanlıkken

Işığı itiyorum gerisin geri

Güneşe yaklaştırıp kör gözümü

Kavuruyorum

Budala bir şair gibi

Methiyeler düzüyorum

Gözlerindeki hüzne

 

seniseviyorum

 

Ve kendi kanımı

Kendi içime akıtana kadar

Yazıyorum

 

Yazıyorum toprağın nemine

Kaldırım taşlarının sesine

Yazıyorum yüzündeki boşluğa

Ruhumdaki burukluğa

Yazıyorum tan vaktine

Horozların ötüşüne

Yazıyorum kaybolan bütün dillerde

Mana’nın ısrarıyla yazıyorum

 

seniseviyorum

Zihin Aritmetiği

 

Parça parça zihnim vay

Çıkar kendini, çıkar çıkar çıkar

Bak bakalım nedir açığa çıkan

Şeffaf bir kedinin ardından

 

Bakıyorum yoksun, yoksunsun

Görüyorsun, kör kör kör

Belli ki, yakın değilsin

Nesin, neliksin

 

Uzak mısın bu sıralar

Yeterince

Karanlığın içindeki renge

Bağırtının içindeki sese

 

Uyan uyan uyan uyan

Lime lime olmuş zihnin bak bölünüyor

Bir kara köpek peşinden geliyor

Aç zahir fırsat kolluyor

 

Ben şairim, ufaktan

Tüyerim. Sana kalır

Eşittir dertler dermanlar

Yok şehrindeyim, beklerim

Kusursuz Gece

 

Maviyi uçurunca

Geriye kalandır gece

Ve örter yavaşça

Uyuyan bir çocuğu

Sarsmadan

Örter gibi

Yeryüzünü

Ve bilindik üzre

Çeker gider

Parmak uçlarıyla

Tüy misali

Öteye...

 

Renksiz ve sefildir

Öyledir

Gamsız ve tasasız

İş üstündedir

Köşe başında

Yankesicidir

Esrar çeker

Üfler yüzüne gelenin geçenin

Dumanı çıkartın

Ne kalırsa geriye

Odur gece...

KUSURSUZ GECE'DEN

Ağıtlar'dan

 

İkinci kısım

İçimde acınası bir ezilme: olan biten nedir? Hakikat yer

değiştirmedi mi, sevgiye övgü düzüyorlar hâlâ? Tekrar

ediyorum, gerçek olan nefrettir. Yapmacık nefret olmaz,

gerek yoktur.

Hakiki sevgiyse anlaşılmaz. Ve nefret

yozlaşır. Hiçbir şey gördüğümüz şey değil meğer ki.

Bedenden daha sağlam inanılacak bir şey yok sanki:

“Saf ruh yok” mudur?

 

Ah! cesaret, cesaret biraz daha

ulaşmak için sona

bitirebilmek için damarlardaki kanı

ya da başlayabilmek için yeniden

yeniden kazıyabilmek için hayatı toprağa

cesaret tanrım, cesaret biraz daha

işte gözüküyor şu hırçın bulutun ardında

cesaret tanrım, bir kasırga cesaret

gördüğün gibi senin değil her şey

yarattığın gerçek yok artık

sefahat bitti, “in yeryüzüne

bir günlüğüne”

gör bak anlamını kaybetti toprak.

 

Toprak anlamını kaybetti, kaybetti anlamını kâinat.

İçim eziliyor, ruhumun yarısı özgür, yarısı değil. Kendi

ölümüme ağıtlar düzüyorum. Ağıtlar düzüyorum ve

ağlıyorum.

 

Ey tükenişin bahçesi

ağacın yapraktan ayrılış sahnesi

oyun bu, hepimiz için

bitti artık!

 

Kalbimde dolaşan rüzgâr…

rüzgâr dışarıya taşacak

durduracak kalbimi.

 

İçimdeki sesi duymuyorlar, şaşırıyorum!

 

Korku gecede değil

korku insanın içinde

ama şefkat korkana.

 

Gece saklar karanlığı.

 

Bütün o coşkun söyleyiş bıktırır geceyi, karanlığa

bürünür gece, bu yüzden korkutur ve yalnızlaştırır

insanı. Zavallı ikiyüzlü insanlar, ağacın yapraklarını

bırakması kadar bırakamazlar kendilerini, ruhları

bedenlerine hapistir. Sevmek objektif bir şeymiş gibi,

hep dışlarında taşırlar, ilkellik bu. Oysa korkarlar

yalnız kalmaktan, kimsesizlikse yok oluştur onlar için.

Karanlık sevilmez, karanlıktan gelip karanlığa

Gidilmesinden olsa gerek; hakikat karanlıktır, yani kâinat.

 

Kurtulurum sandım

Bu yolculuğun sonunda

Hayatın cazibesinden

Her yolculuk bir hayalmiş meğer:

 

Cordoba,

kendini sessiz bir kent yapan tarih

yollarım nasıl İstanbul’da bir düşse

sende düşlerim arka sokaklarda sıkıştı

ah Cordoba, hermetik bir şiiri andıran

görünüşün senin, ağır ve kırılgan

ve geceye bağlanan.

 

Hep gecede buldum kendimi

çocukluğumun aşırı yorgunluktan

pelteleştiği bir gecede

kendi yurdunda yabancı bir serseri gibi

yaşanmaya zorlanarak

hâlâ çivi topluyorduk oysa

bir şişe güzel Marmara

ve birkaç beyaz leblebi için

yaşadığımız aşkları ti’ye alabilecek kadar cesurduk.

 

 

 

Şiirin bir beceri sorununa indirgenmiş olması çok acıdır. Böylece şiir ruhunu kaybetmiştir. Şayet edebiyat, şiir ve sanat beceri düzeyine indirgenmişse, bu o çağın kültürünün çökmekte olduğu anlamına gelir.

  • w-facebook
  • Google+ App Icon
  • LinkedIn App Icon
  • Twitter Clean
  • w-youtube
bottom of page