
HASAN ÖZTOPRAK
O Hayalle Kal'dan
karşımda oturuyorsun gözlerinde bir mavi sıcaklık
üstümüzde akardeonlu kelebekler uçuşuyor
mevsimlerden kış ve sıcak yaşıyoruz bunun çelişkisini
koynuma giriyorsun ırmaklar dolaşıyor aramızda
bir aşk şiirine başlangıç olarak yazdım bunları
şimdi akıl almaz yolculuklara çıkacağım
kafam karışık ne mutlu böyle olsun istiyorum
hayat her gün yeni bir çerçeve ister biliyorsun
kenarlarda dolaşmak heyecanlıdır ama risklidir de
yirmi beşinci saatler şairlerin harcıdır
kurmamak hayatı ve çıkmak çerçeve ötesine
burada mola vermeliyim yorgunum biraz
açlığımı dindirmeliyim doğanın ağzıyla besleniyorum
ayaklarım ilkyaz kırlangıçları gibi dolaşıyor bedenimde
kalbimin şemalini veriyorum saklı kala sevgiliye
gerisi dar ve irinler fışkırmış gizemli bir yoldur
oldu olacak tabut sessizliği de var bilin
yanımda soytarı bir ağaçkakan bana eşlik ediyor
sonra kovuyor beni kendini komser sanıyor
ilerisi nedir ne değildir var mı bilen
ütopyaya sarıldım genişliyor yor yor
bu ilk kez oluyor ayaklarım yürüyor
şaşırıp da yolunu düşürme bize
kafa karıştırıcıyım ben oport moport
kendim olmayan bir gözlük takıyorum
-koro-
“ah ne yazık”
kendi olan bir kafa taşıyorum
-koro-
“ah ah çok yazık"
1990
Yüreğimdeki Portreler
1.
Yüzün ak bir kıvılcım
Hayatımızı simgeliyor
Gözlerindeki nem hiç mi yok olmaz
Ellerin kaynar sularda pişmiş
Ellerin ah
yaratılan her şeyde payı var
2.
Adın sitemleri çağrıştırıyor
Bir çoğalıp bir yok oluyor sende sevinç
Umduğun bu muydu genç kızlık düşlerinde
Bir elin yaşamda bir elin ölüm
3.
En çok uyuyuşunu sevmişimdir senin
-Hani o başını göğsümde unutan-
En çok susuşunu sevmişimdir senin
-Hani o hep yargılayan-
En çok sarılışını sevmişimdir senin
-Hani o yaraları saran-
En çok üşüyüşünü sevmişimdir senin
-Hani o çareyi bende bulan-
4.
Nedeni bilinen bir aydınlık: Yüzünde
haykıran sevgi ışıklarıdır.
Henüz son sözü söylenmemiş bir kavgada
bugün düşüyorsun mesela
yarın ayakta
5.
Sanışın
ırmaklarda kaybolan öbür yokuşları karşı dünya
Dolanışın
ayın ışıksız sularında anadan üryan kaygısızca
Kalışın
kendinden çok insanı olan bu kentte bir başına
Aldanışın
kara kaplı nostalyalarda yitirdiğini bulduğun anda
Budayışın
çürüyen etlerini hem de habersiz bir çırpıda
Hepsini bu kısa ömre sığdırışın sonra
1987-88
Ölünerek Yaşanır
kayıp bir sokakta buldum kendimi
yani yurdum kadar kelimesiz kaldım
tohumlar kadar çiçeksiz
yürünecek demektir derine
kayalar sağırdır onlar
yüksek oldukları kadar
böylece durulur zaman, kendi zamanı
kötü şiirler yazılabilir, hiç önemi yok bunun
kendini sürebilmektir tarlada
öküzün öldüğü yere
ve mırıldanmadan yaşayabilmektir aslolan
1990
Kendi olmayan bir gözlük



SANIRIM HİÇBİRİMİZİN FARK EDEMEDİĞİ BİR SARSINTI OLDU'dan
Semt şiirleri
Babam için…
I.
Topaçlar çevirdim güneş dönüşlü, hayretim söndü
şiirler kazıdım derme çatma taraçalarında,
deva olmadı yine de yangın sofrasına dönen bedenine
Haliç, geri çek sularını, uykularıma sürme saçlarını.
Çakırkeyf uyanır Balat
kendi sabahında
ilk aşkıma tutsak olurken
ıslak öğütler sürerken üstüme
düşman oldum sana, üşüyorsam
sendendir ve kendine saklı birçok el: kaytan beyazı.
Şimdi hangi meydanına dikebilirsin Biracı Ali'nin cesedini
hangi ahşaptan fırlayabilir balıkçı Niko'nun yüzü
serseri bir yürek taşıyorsam bugün
fırlatıyorsam onu kimsenin farkına varmadığı bir çöplüğe
Ali'nin ve Niko'nun gökyüzüne üfürdüğü dumanın
ruhumu azdıran etkisiyledir.
Fırlama oğlu İstanbul'un: Haliç, tasa etme
iki yakan bir araya gelmese de
karşı koyabilirsin dukasına gökdelenlerin
bıçkın bir delikanlısın sen
bir poyraz çıkmaya görsün
kaç çocuğun var kendin gibi
Balat! Kızılderili baltam benim
çağırsan gelirim yokuşlarını soluksuz yutmaya
sana talihsiz bir kader sunmaya.
Çamurdan bir kalp ve işte encam:
Âlem bitti. Tarih bitti.
II.
Ruhumdaki gökyüzü açığa çıktı.
Kana bulandı gözlerim, köşelerinde Zülüflü Sokağın
izmarit tarlasına dönerken kaldırım taşı
saçlarım bulutlara karıştı
kalbimi tortop yapıp yuvarlarken sevgiliye
cümlesiz mektuplar yazdırdın bana
puşt çömezlerine çiğnettin bedenimi.
Karşı koymayı öğretir her semt kendi çocuklarına
kendisine bile
bir yokuş tırmanır başka bir yokuşu
bir tuzak başka bir tuzağa gebe
kendi semti de tuzak kurar insana.
Draman, tombul memeli kadın şükran borçluyum sana.
Şimdilik
İntihara merhaba. Un ufak edilmiş âşıklara. Ahşap masaların çekilmez bir konuk olduğu, kokusunu gizleyen odalara. İnsan bir masadan çıkar mutlaka; bağlıyım içinden çıktığım masala, üstümde gezinen cümbüşe, kamaşan gözlerimin yalnızlığına, o soytarıya, lânetli dualara. Anlıyorum mazimizi, anılarını senin, ruhuma yapışan acılarını… Ama çekiliyorum, tek bir canıma kıymadan, şimdilik.
Canlı cenaze
Ruhum, kendinden arınmış ruh!
Bir sona yaz beni, tarih! Uysal, yuvarlak tarih;
çıldırtan ellerimi ey vakit, ne idüğü belirsiz. Sahi
var mıydı, koşmaz, konuşmaz, yazmaz mıydı; gün be gün
yaşar mıydı? Oynatsa parmağını, göz kırpsa bugüne
uzasa yarası; sendin O: Benim kekliğim; şanlı avaze;
kanlı merasim; canlı cenaze. Tüketince
kendini, vururunca dışarıya bedenini,
ne ruh kalır geriye, ne de cenaze.
Vah! Cenazeler tarihi ölülerin.
Vahşidir manevi hayat
Korku verir insana, yalnızlaştırır, acı çektirir, vazgeçtirir kurmaktan, düşünmek ve konuşmaktır. Konuşmanın efendisi olmak, bedenini korumaktır ormanlardan. Bir ses olup ormanı dize getirir, durup olduğun yerde yalnızca düşünmek. Onun gücü aşar önündeki deryayı. Sözün gücü yapmak istediklerini yaptırır sana.
Konuşmak kıymetlidir, kemirtmektir ellerini.
Konuşmak kıymetlidir, çürütmektir gövdeni.


Kırklar Kitabından
Vay haline içinde vicdan taşıyanın
kutsal bir gecede doğdum herkes gibi
sonra karanlıktı dünya
saklı bir kıyametle doğdum demek ki
dışarıdan gelen sesleri duyamadım içimdeki gürültüden
yarama dokundum ama acı vermiyor bana
yıldızlar yanıp yanıp düştü geceme
düşsün! ben, ışığa doğru yolculuk yapamam zaten
bir şafak söker, belki de çaresizlikten
gidilmez yollara düşerim, taşınmaz dualarla
ağacın parçasıyım, esirim ve tek başınayım
(binlerceydik ama ne gam, sararmıştık)
çaresiz bir yol açıldı ama çaresiz
varamadı içimdeki karanlığa hiçbir ışık
belki bir çöl doğar bende de
doğsun! çöller vicdanıdır ya yeryüzünün
vay haline! içinde çöl yerine vicdan taşıyanın*
* "Vay haline! İçinde çöller taşıyanın" -Nietzsche
Hepimiz için cehennem
vakit yok her şeye yeniden başlamak için
heyecanı kalmadı nefes alıp vermenin bile
insan ruhunun, İsa'dan bu yana çarmıhtan kurtulamadığını,
bugün artık o çarmıhın hepimizin vicdanı olduğunu biliyorum
vicdansa, çaresiz bırakıldığımız bir akşamdır
sabahı olmayan bir akşam
birbirimizden başka, hatta kimsenin kendinden başka
çaresi kalmamışken
sıradan bir akşama mahkûm olduk
yürüyerek çıkıp gidebileceğimiz bir odada
görünmez kapılar tutuyor bizi
dokunmanın şefkati şehvete (şiddete) dönüştüğünde her şey bitmişti
şimdi bu şehvet hepimizin cehennemidir
iki bin yıldır bu cehennemde yaşıyoruz
başka bir cehennemin korkusuyla
her yeni günü ilk gün,
her yeni sevdayı ilk sevdamız sanarak
şükrederek yanıyoruz kızgın ateşlerde
ihtiraslarımız ve korkularımızla
acı duymayı bekleyerek
ne mümkün İsa'dan sonra acı duymak
Seniseviyorum
Bunu mu istiyordun
Bir şiir
Seni sevdiğimi haykıran dizeler mi?
Yazıyorum işte havaya, ateşe, suya
Tükenene kadar
Tırnaklarımla
seniseviyorum
Toprağa sıkıştırılmış gövdemi
Suya sürüyorum
Karanlıkken
Işığı itiyorum gerisin geri
Güneşe yaklaştırıp kör gözümü
Kavuruyorum
Budala bir şair gibi
Methiyeler düzüyorum
Gözlerindeki hüzne
seniseviyorum
Ve kendi kanımı
Kendi içime akıtana kadar
Yazıyorum
Yazıyorum toprağın nemine
Kaldırım taşlarının sesine
Yazıyorum yüzündeki boşluğa
Ruhumdaki burukluğa
Yazıyorum tan vaktine
Horozların ötüşüne
Yazıyorum kaybolan bütün dillerde
Mana’nın ısrarıyla yazıyorum
seniseviyorum
Zihin Aritmetiği
Parça parça zihnim vay
Çıkar kendini, çıkar çıkar çıkar
Bak bakalım nedir açığa çıkan
Şeffaf bir kedinin ardından
Bakıyorum yoksun, yoksunsun
Görüyorsun, kör kör kör
Belli ki, yakın değilsin
Nesin, neliksin
Uzak mısın bu sıralar
Yeterince
Karanlığın içindeki renge
Bağırtının içindeki sese
Uyan uyan uyan uyan
Lime lime olmuş zihnin bak bölünüyor
Bir kara köpek peşinden geliyor
Aç zahir fırsat kolluyor
Ben şairim, ufaktan
Tüyerim. Sana kalır
Eşittir dertler dermanlar
Yok şehrindeyim, beklerim
Kusursuz Gece
Maviyi uçurunca
Geriye kalandır gece
Ve örter yavaşça
Uyuyan bir çocuğu
Sarsmadan
Örter gibi
Yeryüzünü
Ve bilindik üzre
Çeker gider
Parmak uçlarıyla
Tüy misali
Öteye...
Renksiz ve sefildir
Öyledir
Gamsız ve tasasız
İş üstündedir
Köşe başında
Yankesicidir
Esrar çeker
Üfler yüzüne gelenin geçenin
Dumanı çıkartın
Ne kalırsa geriye
Odur gece...
KUSURSUZ GECE'DEN

Ağıtlar'dan
İkinci kısım

İçimde acınası bir ezilme: olan biten nedir? Hakikat yer
değiştirmedi mi, sevgiye övgü düzüyorlar hâlâ? Tekrar
ediyorum, gerçek olan nefrettir. Yapmacık nefret olmaz,
gerek yoktur.
Hakiki sevgiyse anlaşılmaz. Ve nefret
yozlaşır. Hiçbir şey gördüğümüz şey değil meğer ki.
Bedenden daha sağlam inanılacak bir şey yok sanki:
“Saf ruh yok” mudur?
Ah! cesaret, cesaret biraz daha
ulaşmak için sona
bitirebilmek için damarlardaki kanı
ya da başlayabilmek için yeniden
yeniden kazıyabilmek için hayatı toprağa
cesaret tanrım, cesaret biraz daha
işte gözüküyor şu hırçın bulutun ardında
cesaret tanrım, bir kasırga cesaret
gördüğün gibi senin değil her şey
yarattığın gerçek yok artık
sefahat bitti, “in yeryüzüne
bir günlüğüne”
gör bak anlamını kaybetti toprak.
Toprak anlamını kaybetti, kaybetti anlamını kâinat.
İçim eziliyor, ruhumun yarısı özgür, yarısı değil. Kendi
ölümüme ağıtlar düzüyorum. Ağıtlar düzüyorum ve
ağlıyorum.
Ey tükenişin bahçesi
ağacın yapraktan ayrılış sahnesi
oyun bu, hepimiz için
bitti artık!
Kalbimde dolaşan rüzgâr…
rüzgâr dışarıya taşacak
durduracak kalbimi.
İçimdeki sesi duymuyorlar, şaşırıyorum!
Korku gecede değil
korku insanın içinde
ama şefkat korkana.
Gece saklar karanlığı.
Bütün o coşkun söyleyiş bıktırır geceyi, karanlığa
bürünür gece, bu yüzden korkutur ve yalnızlaştırır
insanı. Zavallı ikiyüzlü insanlar, ağacın yapraklarını
bırakması kadar bırakamazlar kendilerini, ruhları
bedenlerine hapistir. Sevmek objektif bir şeymiş gibi,
hep dışlarında taşırlar, ilkellik bu. Oysa korkarlar
yalnız kalmaktan, kimsesizlikse yok oluştur onlar için.
Karanlık sevilmez, karanlıktan gelip karanlığa
Gidilmesinden olsa gerek; hakikat karanlıktır, yani kâinat.
Kurtulurum sandım
Bu yolculuğun sonunda
Hayatın cazibesinden
Her yolculuk bir hayalmiş meğer:
Cordoba,
kendini sessiz bir kent yapan tarih
yollarım nasıl İstanbul’da bir düşse
sende düşlerim arka sokaklarda sıkıştı
ah Cordoba, hermetik bir şiiri andıran
görünüşün senin, ağır ve kırılgan
ve geceye bağlanan.
Hep gecede buldum kendimi
çocukluğumun aşırı yorgunluktan
pelteleştiği bir gecede
kendi yurdunda yabancı bir serseri gibi
yaşanmaya zorlanarak
hâlâ çivi topluyorduk oysa
bir şişe güzel Marmara
ve birkaç beyaz leblebi için
yaşadığımız aşkları ti’ye alabilecek kadar cesurduk.
Şiirin bir beceri sorununa indirgenmiş olması çok acıdır. Böylece şiir ruhunu kaybetmiştir. Şayet edebiyat, şiir ve sanat beceri düzeyine indirgenmişse, bu o çağın kültürünün çökmekte olduğu anlamına gelir.