
HASAN ÖZTOPRAK
Devamı Hayat Hakkında
Ülkenin şizofreni dönemi
Asuman Kafaoğlu Büke / Cumhuriyet Kitap
Şizofreni hastalarında rahatsızlığın ortaya çıkmasını tetikleyen bir ya da bir kaç olay her zaman var mıdır sorusu aklıma çok kereler takılmıştır. İnsanın ruhsal dengesini kaybetmesinde bir olay suçlu bulunabilir mi? Diyelim çok sevdiği birinin ölümü, sadece kendi başına tüm ruhsal dengelerin bozulmasına neden olabilir mi?
Bu konuda bilim adamları arasında da farklı görüşlere sahip olanlar var, bazıları tetikleyici unsur olmadan rahatsızlığın bazen yıllarca uyur vaziyette kaldığını söylerken diğerleri neden olan olayın bir ruhsal rahatsızlığı zamanından önce ortaya çıkaracağını, fakat bu olay olmadan da er geç ortaya mutlaka çıkacağını savunuyorlar.
Hasan Öztoprak'ın yeni romanı "Devamı Hayat" bu soruları yeniden düşündürdü. Roman ilk sayfasından itibaren okuru paranoyak düşünceleri tetikleyecek olaylar zincirinin içine sokuyor, öyle ki roman kahramanının yerine kendini koyan okur, aynı şartlar altında benzer davranışlarda bulanacağını seziyor. Takip edilmek ve sorgulanmak korkusuyla güvensizlik hissini anlıyor. Edgar Allan Poe'nun öykülerinden tanıdığımız ruhsal karmaşa, güvensizlik, hapsedilme korkusu gerçeküstü bir hava yaratıyor romanda oysa işin komik yanı (aslında hiç de komik değil) içinde bulunan sahneler İstanbul’un bildik sokakları ve evleri, yaşanan günler ise 12 Eylül sonrasının baskıcı ortamı. Başka deyişle, hiç de gerçeküstü değil, aksine tüm ülkenin yaşadığı, çok iyi bildiği bir ortam.
Roman kahramanı Kemal, İstanbul'da 70'li yıllarda büyüyen çoğu yaşıtı gibi üniversitelerde hâkim olan politik havaya kendini kaptırmış bir gençtir. Gerçekte sinemaya ilgi duyar ama cebindeki parasının hesabını yapmaktan ve o günlerde peş peşe kapanan sinema salonlarının sorunlarından, bu zevkini geliştirecek ortam bulamaz. Arkadaş çevresiyle de sanat konuştuğunda, fazla özel duygularını anlatmaktan korkar ve bu yüzden kısa zamanda bu konuşmalardan da vazgeçer.
AŞKA YER VAR MI?
Hasan Öztoprak’ın “Devamı Hayat” romanını okurken bir yandan da başka bir nedenle Çin filozoflarından Taoizmin Lao Tzu ile birlikte kurucularından sayılan Chuang Tzu'yu (İ. Ö. 369-286) okuyordum. Öztoprak'ın romanından Chuang Tzu'ya geçtikçe romanı (ve romanda yazarın anlattığı günleri) başka gözle tekrar düşünme fırsatım oldu. Taoist felsefeye göre insan kendi doğasının tersine bir akıntıya kapıldığında felaketlere yol açar. Bu düşünce sadece bir evin yaşamı için değil, toplumsal yaşam için de geçerlidir.
Doğa ile uyum için de olmayan her hareket ya da eylem sadece insanın kendisine değil, diğer tüm canlılara, dünyaya hatta evrene zarar verir.
Yüzlerce yıl önce yazılmış destan niteliğindeki bu metnin sunduğu bilgelik bir yanda, günümüzde doğaya verdiğimiz zararların ötesinde, aşırı kısıtlamalar koyarak insan doğasına yapılan baskılar öte yanda, iki metin arasında gelip giderken tezat daha da büyüdü. Öztoprak romanında sosyal ve psikolojik baskıları çok güzel dile getirmiş.
Romanda sözü edilen bir kaç tür baskı var. Birincisi bir devrimcinin âşık olmasına ya da çocuk sahibi olmasına engel yaratan baskı çevre baskısı ortadan kalktığında bile kişinin inançları baskı yapmaya devam ediyor. İkincisi ise yakalanma ve sorguya çekilme korkusuyla kişinin kimliğini saklaması. Bu tür bir baskı zamanla insanın kişiliğini yitirmesine neden oluyor. Örgütün verdiği bir ismi kullanarak kendi ismini, kişiliğini, geçmişini unutmaya başlıyor. Ayrıca kaçak yaşam sürekli yer değiştirmeyi, farklı evlerde yaşamayı gerektirdiği için çevresinde de kalıcılık yaratamıyor.
Roman kahramanı Kemal (roman boyunca kullandığı isimlerden biri) saklanma, korku ve baskılardan çevresindekilerden çok daha fazla etkileniyor. Romanın daha ilk sayfalarında Kemal, eski bir arkadaşının işyerine uğramayı düşündüğünde "bu fikir hoşuna gitse de yaklaşınca, Nemelazım, bir şey duymuştur, ürker ya da olura ihbarcıdır, diye düşünüp uğramaktan vazgeçti." Ailesini ve hasta annesini ziyaret etmesi benzer sorunlar yaratır, hem ailesinin başına iş açmaktan hem de yakalanmaktan korkar.
Bu düşüncelerin hiç biri roman için de paranoyak bir zihnin ürünü gibi durmuyor. Aksine şüphelerinin hemen hepsi çok yerinde ve gerçekçi. Öztoprak ülkenin şizofreni dönemini bir kişinin benliğinden yansıtmış. Hasta olan Kemal gibi görünse de asıl hastalık yaşamın ta kendisinde.
"FİLMİN DEVAMI - DEVAMI HAYAT"
Romanın başlığı, kitabı okumaya başlamadan önce iyimser bir ton taşıyor. Büyük acıların yaşandığı dönemler geride bırakıldığında, her zaman söylendiği gibi yaşam devam eder gibi bir düşünce yaratıyor okurun zihninde fakat bu başlığın ironi dolu olduğunu düşünmeden edemiyor. Yaşam bu gibi durumlarda, her şeye rağmen sürüp gitmiyor.
Takip edilmediğinden emin olmak için otobüslere hep en son binen Kemal, yıllar sonra artık politik rolü kalmadığında bile bu alışkanlığını sürdürüyor. Örneğin sinema salonuna ancak filmin ikinci yarısı başladıktan sonra giriyor ve en son kişi oturduktan sonra yerine oturuyor. Perdede "Filmin Devamı" yazıyor. Bu anda, film başlıyor mu bitiyor mu? Bitmek üzere başlıyor ama aslında Kemal filmin başını bilmiyor. Kemal filmin başını merak da etmiyor. Çünkü artık ne süreklilik ne de tutarlılık arıyor.
“Devamı Hayat” çok akıcı bir dilde yazılmış. Bu yıl için de okuduğum kaçıncı 12 Eylül dönemini anlatan roman hatırlamıyorum, fakat diğerlerinden ayrı duran, kişisel bir öykünün içine tüm ülkenin hastalıklarını koyan, sürükleyici bir roman. Yakın tarihimizin çok sayıda romana konu olması ayrıca sevindirici bir olay. Birbirlerinden farklı tanıklıklar kuşkusuz bakış açımızı zenginleştiriyor.
Filmin ikinci yarısından başlamak
Sennur Sezer / Radikal Kitap
Hasan Öztoprak, edebiyata şiirle başladı. Ataol Behramoğlu onun şiirlerini: "Retorikten uzak, alabildiğine cesur ve kendine özgü mecazlarla, ilginç fiillerle, bilgece ve kimi kez dua cümlelerini andıran sözlerle, varoluşa ilişkin sorunlar ve sorularla örülü bir şiir" diye tanımlar. Öztoprak'ın şiir dünyası için yorumuysa "Yer yer, Nietzsche ya da Rilke'nin karamsar dünyalarını anıştıran bir şiir dünyası"dır (Büyük Türk Şiiri Antolojisi).
Ataol Behramoğlu'nun 'retorikten (söz sanatları, şiirsellik) uzak' tanımı, Hasan Öztoprak'ın düz yazı anlatımını da kapsıyor. İlk romanı 'İmkânsız Aşk'ın 'edebiyat dışı' olduğu suçlaması kuşkusuz onun özellikle 'düzleştirilmiş', adeta 'acemice' anlatımından kaynaklandı.
Bir aşk öyküsünden çok, bir bağımlılığın irdelenmesiydi 'İmkânsız Aşk', bence. İki insanın birbirine körü körüne bağımlılığı yanında, sanki, başka bir ortak bağımlılık öğesi de vardı. Daha önce yazdığım bu konuya yeniden dönüş nedenim, Hasan Öztoprak'ın yeni romanı 'Devamı Hayat'. Öztoprak, iki tutku arasında kalışın bir militanda yol açtığı kişilik yarılmasını anlatıyor bu kez. Roman kahramanı siyasal amacı/görevine duyduğu tutkuyla, görev arkadaşına aşık oluşunun/yasak aşkın doğurduğu sarsıntı arasında ruh sağlığını yitirecektir.
"Siyasal bir görev ve sorumluluk yüklenmenin, birey olmaktan caymak anlamına geldiğine inanan delikanlının, bağlandığı partinin illegal oluşunun yarattığı sorunlarla ya da partisiyle yaşının gerekleri arasında kalışı" biçiminde de özetlenebilir roman. Romanın öteki kişilerinin benzer durumlardaki soğukkanlı tutumları delikanlının davranışının biraz da kişilik özelliği olduğunu gösteriyor. Onun ödün vermez tutumu aşık olduğu, seviştiği kadını da intihara sürükleyecektir. Romanda Anna Karanina'ya ve Tolstoy'a bir selam olan bu özkıyım, roman kahramanını da ruhsal yıkıma götürecektir.
Kullandığı görev adları/kod adları yüzünden gerçek adını neredeyse anımsayamayan roman kahramanının öyküsü, 12 Eylül darbesi sonrasında anlatılıyor. Bu yüzden romanın karanlık atmosferi kolayca açıklanabilir. Roman 1 Mayıs için yapılan ilk legal salon toplantısıyla sonlanıyor: Filmin/yaşamın ikinci yarısı.
Öztoprak'ın bu romanı da, kuşkusuz, tartışmalara yol açacaktır. Romanındaki bazı parti sorumlularının ahlâkiliği/Marksistliği davranışları da Öztoprak'ın 'kendi geçmişindeki parti sorumlularını karaladığı, partiye/siyasaya karşı olduğu vb.' suçlamalarına yol açabilir. Bence Öztoprak'ın tavrı bir suçlama değil bir saptamadır.
'Devamı Hayat'ın asıl kahramanı, yaşamının büyük bölümünü sıkıyönetimlerde geçirmiş bir kuşaktır. Filmin yalnızca ikinci yarısıyla yetinmek zorunda olan bir kuşak. Hasan Öztoprak, bu kuşağı, roman kahramanının kişiliğinde, neredeyse slogansı bir tavırla, selamlıyor "(...) Geçmişte büyük idealler için -birçokları gibi canını ortaya koymuş, bu kimliksiz ve kişiliksiz adamın yüzündeki çizgiler, görmek isteyenler için yeterince anlamlıdır. Onun hiçbir tarih kitabı içinde yazılmayacak olan kişisel tarihi, hakiki bir insanın şerefli mücadelesini içeriyor."
Yazık ki darbelerin gündemden düşmediği, darbecilerin yargılanmadığı ülkeler, yazılmamış/yazılmayacak kişisel tarihlerin mezarlığıdır. Edebiyat, dönem romanlarından kaçındıkça öyle de kalacaktır.



